Yeşilçam’ın usta ismi Filiz Akın, Posta gazetesinden Alev Gürsoy’a verdiği röportajda samimi açıklamalarda bulundu. Akın, “Nasıl ölmek istersiniz?” sorusuna verdiği cevapla dikkat çekti.
Usta sanatçı Filiz Akın, Posta’dan Alev Gürsoy’a röportaj verdi. Çarpıcı itiraflarda bulunan güzel oyuncu, “Seyirci bizi insanüstü varlık gibi görürdü, bizim dönemimizde gizem vardı.” açıklamasıyla dikkat çekti.
Sizi çok özledik. Bir süredir sağlık problemleriniz olduğunu biliyoruz. Şimdi nasılsınız?
15 sene önce kanseri yendim ama tedavisi çok ağır olduğundan metabolizmam hasar gördü. Ses tellerim zarar gördüğü için birkaç sene sesim karga gibi çıktı.Kulaklarım da ağır işitmeye başladı.İki sene önce aort damarımın tehlikeli ölçüde tıkalı olduğu ortaya çıktı. İlerleyen enfeksiyon kulak zarını da delip beynime doğru ilerleyince yüz felci oldum.Bir dizi operasyon geçirdim.Depresyona girmiştim ve yemek yiyemediğim için mamalarla beslendim. Anlayacağınız eşime, oğluma ve etrafımdaki sevenlerime baş belası oldum.
Son yaşanan talihsiz kaza sevenlerinizi çok üzdü…
Evet,tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de o kaza var. Geçen günlerde gece yarısı tuvalete kalkmıştım. Karanlıkta birkaç adım attım ki birden gözüm karardı. Tansiyonum düşmüş. Gerisini hatırlamıyorum. Düşme sesi üzerine yanıma koşan eşim ve yardımcımızın anlattığına göre başım yarılmış ve ellerim kan içindeymiş. Başımdaki yara çok derin olduğu için dikilemedi. Tam 11 metal zımbayla birleştirdiler. Bunun üzerine ağır bir grip geçirdim. Allah’tan en kötü zamanlarda bile gülebilen biriyim. İnsanların başlarına neler geliyor. Evlerine ateş düşen ailelerin yanında benim başıma gelenler nedir ki…
HERKESİN ESKİSİ GİBİ BİRBİRİNİ SEVMESİNİ İSTİYORUM
Kanserle girdiğiniz mücadeleyi kazandınız. Bu hastalıkla mücadele edenlere ne söylemek istersiniz?
Bilmeleri lazım ki kanser artık ölümcül hastalık olmaktan çıktı. Ben ikinci evre burun arkası kanseriydim (Nazofarenks). Ameliyat edilemeyen bir bölgedeydi ve tedavim uzun sürdü. Erken teşhis çok önemli ve tedaviyi kolaylaştırıyor.Üçüncü kez bile kanserden kurtarılan pek çok kişi varken “Neden benim başıma geldi?” diye üzülmekle vakit kaybetmeden nasıl mücadele etmesi gerektiğini öğrenmeliler. Moral, aile ve dostların desteği çok önemli. Paniğe kapılanlar mutlaka psikolojik destek almalı. Her güne şükürle başlayın, yalancıktan bile olsa gülümseyin. Pozitif düşünceler sizi güçlendirecek ve tedavinizi kolaylaştıracaktır.Ben hastalık sürecinden sonra bakmayı değil, görmeyi ve sevginin gücünü öğrendim.
Hayattan en büyük beklentiniz ne?
Her konuda aynı fikirde olmasak bile herhangi bir şekilde toplumu bir arada sımsıkı tutacak bir zamk bulmamız gerekiyor. Dosta düşmana aradığımız kudretin damarlarımızdaki kanda mevcut olduğunu göstermeliyiz. Ülkemdeki herkesin eskisi gibi birbirini sevmesini istiyorum.Oğlumun; sağlıklı, mutlu, başarılı olması benim için hayati derecede önemli. Tüm beklentim bunlardan ibaret.
Yaşama karşı motivasyonunuzu kaybettiğinizde hayata nasıl tutundunuz?
Yoğun bakım ünitesindeyken bile hayaller kurardım. Kendime başka bir dünya kurdum. Hayatın provası olmadığını anladım. 2004 yılından beri gözlemlerimi ve tecrübelerimi yazıyorum. Tüm notlarımı ‘Hayatın Provası Yok’ adı altında topladım. Aşk, hayatın anlamı, güzellik, zayıflık sırları, mutluluk, oyuncuların dünyası, diziler, kalıcı olmak, gençlere tavsiyeler… Tüm tecrübelerimi ve fikirlerimi olduğu gibi yazdım. Bir kitabevine zamandır basmak istiyor ama ben henüz cesaret edemiyorum.
Sizlerin dönemi o kadar farklıydıki… Şimdi öyle şöhretler var olmuyor. Artık sadece TV yıldızı yetişiyor. Yeni jenerasyondan Filiz Akın, Fatma Girik, Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit gibi silinmez isimler çıkmadı.
Sanırım buna pek katılmıyorum. Bizim zamanımıza göre koşullar elbette değişti. Yeni yıldız çok fazla var ama sinemayı bizim gibi usta-çırak ilişkisiyle öğrenmiyorlar. Çoğu tiyatro ve sinema okullarından mezun veya en azından değerli ustalardan oyunculuk dersi alıyorlar. Yeni nesil çocukların vizyonları da çokgeniş. Yurt dışında gidip, yeni oyunculuk metodları öğrenen pek çok kıymetli gençvar. Hepsi de bana göre star. Ben hayranlık ve hayretler içinde seyrediyorum.
SERENAY DA TIPKI BENİM GİBİ KLASİK TÜRK KIZLARINA BENZEMİYOR
O halde yeni jenerasyondan kimleri beğeniyorsunuz?
Kıvanç Tatlıtuğ oyunculuğunu çok geliştirdi. Onu birçok farklı karakterde izledim. Hepsi de muhteşemdi. Geldiği inanılmaz noktayı çok takdir ediyorum. Kadınlarda ise Serenay Sarıkaya büyülüyor. O da tıpkı benim gibi klasik Türk kızlarına benzemiyor. Şahane bir kız. Seyirciye ters gelecek sahneleri çok iyi başarıyor. Hem oyunculuğu ve çalışkanlığı hem de büyüsü ile kendisini izleyiciye sevdirdi. Hiçbir başarı tesadüf değildir. Kendilerini çok geliştiriyorlar.
Oyuncuların yıldız olması için sadece çalışkan ve yetenekli olmaları yeterli mi?
Yetmez. Oyuncuları yıldızlaştıran, parlatan iyi ve ilginç projelere rast gelmekle olur. Ağzınızla kuş tutsanız da sönük bir rolle hiçbir şey olamazsınız. Oyuncunun parlamasında şansın payı mutlaka vardır. Hikayenin ilgi çekici olması da çok önemlidir. Hikaye ilgi çekici olursa roller de daha çabuk parlar ve patlar. Doğru kişiye doğru rol verilmeli. Herkes her rolü oynayacak diye bir kural yok. Tüm bunları çok iyi değerlendirmek gerekiyor. İyi bir yönetmenle çalışmak da çok önemli. Seyirciyi yakalamak ve ilgisini korumak için çok çalışmak gerekiyor.
Yeni dönem Türk Sineması ile Yeşilçam Sineması’nın koşulları açısından farklılıklarını anlatır mısınız peki?
Şartlarımız kolay değildi. Her gün sabah 05.00’te kalkardım. Valizimi hazırlar, makyajımı ve saçımı yapardım. Gece, gündüz çalışırdık. Bazen yemek yemediğimiz bile olurdu. Sandviç veya tost yiyebilmişsek şanslıydık, öyle düşünün. Saatlerce ayakta ışık ve oyun provaları yapardık. Bazı geceler uyumadan çalışırdık. İki filmde birden çalıştığım da oldu. Karlar üstünde incecik kıyafetle de çekim yaptık, sekiz saat boyunca yaz güneşinin altında da… Şubat ayında yaz partisi çekiyoruz diye havuzlara bile atladık. Ne cumartesi yine de pazarı bilirdik. Bayram yok, yılbaşı yok…
Anlattığınız şartlar kulağa çok zor geliyor. Oysaki o dünya dışarıdan ne kadar da şatafatlı görünüyor.
Çok şatafatlı görünüyor ama ağır işçi gibi çalışıyorduk. O zamanlar durum böyleydi. Şimdiki oyuncular da uzun saatler çalışıyor ama konforları daha iyi görünüyor. Karavanları var,makyajlarını, saçlarını başkaları yapıyor. Kostümleri dışarıdan geliyor. Setlerde güzel yemekler yiyorlar. Açıkça görünen zorlukları da var. Yine de erkek oyuncular biraz daha şanslı. Kadınlar gibi makyaj ve saçla çok uğraşmıyorlar. Her zorluğa rağmen Yeşilçam’da da şimdiki dönemde de kimse işinden vazgeçmedi. Sinema, hiç bitmeyen büyülü bir tutkudur.
Sizi ekranda görmeyi çok özledik…
Tüm arkadaşlarıma olduğu gibi bana da teklifler geliyor. Ama ekranlara dönmek gibi bir niyetim yok. Seyirci olarak kalmak, takip etmek, başarılı işleri ve oyuncuları alkışlamak bana yetiyor. Sinemayı yakından takip ediyorum ama tekrar içinde olmak istemiyorum. Eskisi gibi sıcacık, samimi mesajlar alıyorum. Biraz da abartılan bir sevgi ve saygıyla, övgüyle yollanan mesajlar bana moral ve mutluluk veriyor.
KALP KRİZİNDEN ÖLMEK İSTERİM
“Güzel bir hayat yaşadım!” diyebiliyor musunuz?
Diyebiliyorum. Önemli olan bazı duyguları dram olmaktan çıkarıp süblime ederek sanata, bilime, evrensel değerlere katkı sağlayacak şekilde yön vererek, çok az insana nasip olan eserlerle unutulmaz biriz bırakmaktır. İşte o ölümsüzlüktür. Mozart’ı Shakespeare’i Einstein’ı Nazım Hikmet’i Picasso’yu alkışlıyorsak onlar efsane olarak yaşamaya devam edecektir. Bu dâhilere hayranlığım ayrıdır ama ben ilk önce kendi yeteneklerimin ne olduğuna bakıp dikkate alarak sınırlarımı denedim.Sarışınım, klasik Türk kadın tipine uygun değilim ama ben bu sarı saçlı kızın sadece modern, şık, kentli kadından öte farklı ve iyi bir oyuncu olabileceğini gösterdim. Dört yapraklı yoncanın bir parçası olmayı başardım. Sinemada proje yeteri kadar büyük değilse parlamanız zorlaşıyor. Ben hem yetenekli hem çalışkan hem de çok şükür ki şanslıydım.
TEK ARZUM…
Ömrünüz nasıl ve kiminle bitsin isterseniz?
Ömür deyince aklıma “İnsanlar öldüğünde oyuncaklarıyla birlikte evrenin bir yerlerine depolanırlar” cümlesi gelir. “Ben var olduğum müddetçe ölüm yok. Ölüm gelince de ben yokum” deyişiyle teselli ederim kendimi. Artık ölümden hiç korkmuyorum ama acı çekmeden, kimseye yük olmadan, uyurken kalp krizinden sakince ölmek isterim. Tek arzum eşimin, oğlumun ve ailemden beni sevenlerin yanında, onların gözlerine bakarak, ellerini tutarak veda edip bu dünyadan göçmektir.
BUGÜNKÜ GİBİ GÜCE VE PARAYA TAPILMIYORDU
Sizlerin döneminin duygusu masumiyetti. Masumiyet bugün kaybettiğimiz değerlerden biri mi?
Eskiden biz bir avuç isimdik. O zamanlar başka bir eğlence olmadığı için seyircide acayip bir tiryakilik yaratıp, ailelerinden biri gibi oluyorduk. Bizleri normal yaşamımızdaki halimizle bilmedikleri ve gerçek sesimizi duymadıkları için bizleri insanüstü varlıklar gibi görüyorlardı. Gizem ve ulaşılmazlık vardı. Özel hayatlarımızı herkesin gözü önünde yaşamazdık. Bir de bugünkü gibi güce ve paraya tapılmıyordu. Bütün o masumiyet yıllarında seyirciler; büyük aşkları, romantizmi, satın alınamayacak gururu, mahalle dayanışmasını, sevginin gücünü, çile çekmeyi, eski İstanbul’un güzelliğini hep bizimle yaşıyordu. Bütün büyü televizyonun gelişiyle bozuldu. Bizim dönemin şartları olmadığı için artık efsane yaratmak çok zor.
SİYASETTEN UZAK OLMAYI TERCİH EDİYORUM
Siyasetle aranız nasıl?
Oyuncu arkadaşlarımın bu konudaki fikirleri farklı olabilir. Hepsine saygı duyuyorum. Fakat ben siyasetten uzak olmayı tercih ediyorum.
Hayatın anlamını buldunuz mu?
Dünyaya kendi seçimimizle gelmiyoruz. Hayat, sadece bir kere yaşanacak bir misafirlik. Kimin kimden önce veya sonra kalkıp boyut değiştireceği yaş sırasına göre olmuyor. Bir film çekimi gibi “Provasını yaptık, bu olmadı. Bir daha çekebilir miyiz?” diyemiyoruz. Bir kere yaşanmış olan şey geriye alınmıyor. Uzun ince bir yoldayız. Değişmeyen tek gerçek ölüm. Doğumla başlayan, ölümle biten tekrarı olmayan yaşamın içine birtakım anlamlar vererek, bir amaç bir değer sığdırabilmek gerekiyor. Bu da ancak etrafa bakmakla değil, baktığını görmek ve anlamlandırmakla mümkün olacaktır.